
PeyamaKurd - Türkiye’de yerel seçimlere üç gün kaldı. Gerek iktidar gerekse muhalefet kanadında seçime yönelik propaganda yarışı devam ediyor. Türkiye’nin kötüye giden ekonomisi ve yönetim sistemi halkın tepkilerine de yansımış durumda.
AK Parti kurucularından Fatma Bostan Ünsal, PeyamaKurd’e seçime ve gündeme yönelik önemli açıklamalarda bulundu. Ünsal’a göre AKP’nin oyları düşüşte. Ünsal AKP içinde bulunduğu dönemlerde bile yanlış bulduğu parti icraatlarını sürekli eleştirdiğini belirtiyor.
Fatma Hanım, sizi insan hakları savunucusu olarak biliyoruz. Bu yolu seçmenizin nedeni neydi?
“Bu sorunun en kestirme cevabı herhalde daha kişiliğimin oluşum evresinde kendimin ve en yakın arkadaşlarımın karşılaştığı başörtüsü yasakları, aldığım Siyaset Bilimi eğitimidir diyebilirim. Başörtüsü yasakları doğal olarak ben ve arkadaşlarımı yönetimin uygulamalarını sorgulamaya, direnmeye, yönetimin ne kadar saçma kararlar verebildiği ve elindeki kamu gücü ile bunu uygulamaya çalışırken kamuoyunda destek sağlamak veya en azından tepki çekmemek için nasıl, “siyasi amaçla başörtüsü takıldığı için yasakladıkları” gibi temelsiz mazeretler uydurduğunu birinci elden görme imkanını sağladı. Siyaset Bilimi eğitimi ise siyasi rejimlerin değişimi, devlet yönetimi ile ilgili felsefi yaklaşımlar, siyasi rejimlerin değişimi ile ilgili bilgiler ve üniversite hocalarımın demokratik tavırları beni insan hakları aktivisti olmaya yönlendirmiş olabilir.
Siyaset Bilimi literatüründe devlet denilen olgunun varlık sebebinin insanın güvenliğini- can, mal ve onurunun korunması -sağlamak olduğu, bunu sağlamadığı zaman meşruiyetini kaybedeceği şeklindeki hâkim anlayış buraya yönlenmemi sağlamış olabilir. Daha yüzyıl önce büyük ölçüde yaygın olan mutlak iktidarlardan bugün her ne kadar tam anlamıyla hayata geçilmese de mutlak iktidarın çeşitli şekillerde sınırlandırmanın asıl norm olarak kabul edildiği bir ortamın inşa edilmesi tarihi tecrübesinin teorik tartışmalar ile öğrenciye sunulduğu siyasal Bilimler eğitimi ile başörtüsü yasağıyla karşılaştığımda bu yasağın üstesinden gelmek için gerek yöneticileri yaptıklarının yanlış olduğunu gerek genel kamuoyunu bu olan bitenlerin yanlış olduğuna ikna etme uğraşısı beni insan hakları savunuculuğuna yönlendirmiş olabilir.”
‘AK PARTİ KENDİ İÇ DENETİM MEKANİZMALARINI ÖZGÜRCE ÇALIŞTIRMIŞ OLSAYDI, ABDULLAH GÜL, AHMET DAVUTOĞLU, ALİ BABACAN GİBİ PARTİNİN ÖNDE GELEN PEK ÇOK SİYASİ ŞAHSİYETİ ŞU ANDA ALTERNATİF BİR SİYASİ OLUŞUM İÇİNDE OLMAZDI.
“Evet AK Parti kurucularındanım, her dünyevi kurum gibi AK Parti de hatadan münezzeh değil, ben AK Parti’nin yaptıklarını 2016 yılı, yani partiden ayrıldıktan sonra başlamadım, bağımsız fikir sahibi ve ayrıca iktidar sorumluluğunu da hissederek yanlış bulduğum icraat veya söylemlere her aşamada itiraz ettim, bazı itirazlarım da zaten kamuoyuna yansıdı. Mesela 1 Mart tezkeresi, hatırlarsınız daha iktidar olduktan altı ay geçmeden önümüze gelmişti, Irak’ın elinde kitle imha silahları olduğu için ki şimdi bu istihbaratın yanlış olduğu ortaya çıktı, ABD’nin öncülüğünde Türkiye’nin de işgale katılmasının Orta Doğu’da milyonlarca insanın ölümüne yol açacak bir savaşa yol açacağını düşünerek itiraz etmiştim ve bu itirazımı, basın yoluyla ve Irak’a canlı kalkan organizasyonuna katılarak göstermiştim, yine 2011 seçimlerinde AK Parti’nin başörtülü milletvekili aday göstermesi gerektiğini ifade etmiştim. O yüzden sorunuzda “şimdi partiyi en çok eleştirenler arasındasınız” ifadesindeki “şimdi” pek gerçeğe tekabül etmiyor, yine Cizre, Sur gibi bölgelerde uzun sokağa çıkma yasakları sırasında yaşananlara karşı “bu suça ortak olmayacağız” metnini imzaladığımda halen AK Parti’de bulunuyordum. İlahi mesajın “kendiniz, aileniz aleyhinde bile olsa adaletin yanında olunuz” düsturuna AK Parti’de olsam da olmasam da uymaya gayret eden biri olduğumu düşünüyorum.
Ama tabii özellikle darbe teşebbüsü ardından yaşananlarla kıyasladığımda AK Parti çok büyük ölçüde değişti. Türkiye hiçbir zaman tam demokratik, haklara saygılı bir siyasi rejim olmadı ama bu dönemdeki kadar çok sayıda insanı, masumiyet karinesini hiçe sayarak cezalandırmadı. Mesela 12 Eylül askeri yönetimi sırasında meşhur 1402’liklerin sayısı ile bugün işlerinden atılan KHK’lıların sayısı arasında muazzam bir fark var, otuz kat fazla sayıda insan herhangi bir yargı kararı olmadan, bir başka yerde çalışmasını da çeşitli şekillerde engelleyerek ve yurt dışına gitme ihtimalini de ortadan kaldırarak görevinden aldı. Pek çok kamu görevlisinin atılma şüphesi ile KHK’ları incelemesi bu uygulamanın ne kadar keyfi olarak yapıldığını göstermektedir. Yine 500.000 insanın Cemaat mensubiyeti nedeniyle denetimli serbestlik ile yargılandığı, binlerce hamile ve bebekli kadının, kanunun açık hükmüne rağmen tutuklu yargılandığı bir ortam tüm Türkiye halkı hukuk teminatından mahrum bir hayata mahkûm olmuştur. İşte bu yüzden Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi, 2004 yılında denetimden çıkardığı Türkiye’yi yeniden denetim sürecine aldı. Aynı şekilde Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi Türkiye ile müzakereleri askıya aldı.
AK Parti’nin bu negatif değişimi aslında Türkiye’nin genel durumu ile yakından ilişkilidir. Türkiye’nin denge ve denetleme mekanizmaları gelişmiş olmadığı için yönetimlerin yanlış uygulamalarını durdurma kapasitesine sahip değildir; herhangi bir beşer ürünü olan AK Parti de yanlış yapmaya başladığında onu durduracak AK Parti içinde ve dışında bir güç olmadığı için yanlış artarak devam etmiş ve Türkiye’de herkesi, AK Parti taraftarı olanlar da dahil herkesi ekonomik ve bireysel hürriyetler noktasında bunaltacak noktaya getirmiştir. AK Parti kendi iç denetim mekanizmalarını özgürce çalıştırmış olsaydı, Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan gibi Partinin önde gelen pek çok siyasi şahsiyeti şu anda alternatif bir siyasi oluşum içinde olmazdı.”
CHP’NİN BUGÜNKÜ KADROLARI İLE KÖTÜ SİCİLİN YAŞANDIĞI DÖNEMDEKİ KADROLAR AYNI DEĞİL
“Evet, adalet yürüyüşü CHP tarafından organize edildi. Bir kere CHP’nin bugünkü kadroları ile bahsettiğiniz kötü sicilin yaşandığı dönemdeki kadrolar aynı değil. Muhafazakâr kesimin kendisini yakın hissettiği Demokrat Parti kadroları da esasen CHP içinde siyaset yapan kadrolar arasından çıkmıştır. Bu yüzden CHP tarihini Türkiye’nin ders alacağı ortak tarihi olarak değerlendirme taraftarıyım. I. Dünya Savaşından perişan bir şekilde çıkan Almanya’yı kısa zamanda şahlandıran başarısı nedeniyle faşizmin büyük etkisi altında kalarak, parti devleti gibi uygulamaların daha rahat kabul gördüğü bir ortamda gerçekleştiğini hesaba katarak günahı ve sevabı ile ortak tarihimiz olarak kabul etmek gerekiyor. Maalesef bu döneme yönelik soğukkanlı değerlendirme yapma imkanından çok uzaktayız ve bugünkü CHP’yi bu tarihten tek sorumlu olarak görmek kolaycılığa kaçış gibi geliyor.
Ayrıca bu dönemde karşılaştığımız yukarıda bahsettiğim ilkesi, masumiyet karinesini ihlal eden, suçun şahsiliği, suçun kanuniliği gibi en temel hukuk devlet ilkelerin ihlal edeni hukuksuzlukları basının sermaye yapısı nedeniyle müzakere alanının son drece daraldığı bir ortamda görüşlerimizi ifade edilebildiğimiz zemin olarak değerlendirdiğim için katıldım.”
DURUMUMUZ 12 EYLÜL DARBESİNDEN SONRAKİ 1402’LİKLERE ÇOK BENZİYOR
“Evet, ben de 672 sayılı KHK ile 1 Eylül’de işimden atıldım. Hiçbir delil olmadan, iftira, ihbar nedeniyle gözaltına alınıp tutuklu yargılanan diğerlerinin yanında bizim gibi KHK’lılardan bahsetmeyi çok doğru bulmadığım için önce bu konudan bahsetmek istiyorum. Olağanüstü Hal ilan edildikten hemen sonra kamu görevlilerinin bu dönemde yaptıkları işlemler nedeniyle idari, cezai sorumluluklarının olmadığını ilan eden KHK nedeniyle de işkence gibi çok ağır insan hakları ihlalleri ile karşılaşan şimdi İçişleri Bakanının söylediğine göre 500.000’den fazla insanı ilgilendiren bir durumu her an akılda tutmak gerekiyor. Osman Gazi Üniversitesi’nde dört meslektaşını öldürdükten sonra “dengesiz” olduğu anlaşılan bir müfterinin iftirası nedeniyle yüzden fazla çalışanın işinden edildiği, bazılarının hapsedildiği ve beraat alsalar bile görevlerine dönemediği bir vasatı tüm Türkiye yaşıyor maalesef.
KHK ile işinden atılanlar için yargı yolu kapalıdır. Ben hem Anayasa Mahkemesi hem de Danıştay’a dava açmıştım, KHK ilanından çok sonra kurulan itiraz komisyonuna önce başvurmak gerekiyor; ondan gelecek cevaptan sonra ancak idare mahkemelerine başvurulabiliyor. Ben de İtiraz komisyonuna başvurdum, cevap bekliyorum benden başka 70 000 başvurucu gibi Yargı nispeten yavaş işlediği için daha çabuk işleyecek bir idari makamın kurulması başlı başına problem değildir, ama yargıya başvurmayı engelleyecek bir ön şart yapılmasa sorundur, nitekim itiraz komisyonu sonrasına göreve iadeler oluyor bazen bu süreçte ölmüş olan kişilerin göreve iade edildiğini okuyoruz. KHK ile görevden alınan kişilerin bir başka işe girmeleri de engellendiği, pasaportları da iptal edildiği için yurt dışında çalışma imkanları da olmadığı için, sivil ölüm” gibi bir durum söz konusu olduğu için bu konuda yönetimin sorumlu davranıp hızlı karar alması gerekirdi.
Yargı kanalı kapalı olduğu için elimizdeki tek imkân kamuoyunu bu yapılanlara karşı bilgilendirmek ve bir kamuoyu desteği ile durumumuzu değiştirmek bir başka imkandır. Ama KHK ile atılmak usulüne uygun herhangi bir yargı kararından sonra olmamasına rağmen oluşturulan hava nedeniyle KHK’lılar, yakınları ve diğer insanlar bunu ifade etmekten, aralarında, iş birliği ve dayanışma mekanizmaları kurmaları da bazen cezalandırıldığı ve genelde toplumda hak arama kültürü ve genel toplumun hak arayanları destekleme geleneği de oluşmamış olduğu için böyle bir kamuoyu da oluşturmak zor oluyor. Başörtüsü yasağına Türkiye’de insanların %80’i karşı olduğu ve kadınların da %65’i başörtülü olduğu halde başörtülüler nasıl eğitim, çalışma ve siyaset hayatından dışlandıysa şimdi de, yasal bankaya para yatırmak, yasal sendikaya üye olmak, yasal okullara çocuklarını göndermek gibi sıradan konular terörle iltisaklı olmanın bir karinesi olarak görülebiliyor. Bütün bunlara rağmen, Mehmet Ali Şahin’in ifadesi ile benim de içinde olduğum başörtüsü sorunu ilgilenen %1,5 olduğu gibi az sayıda insan bu konuyu gündeme taşımaya çalışıyoruz. Haftada iki gün saat 21’den sonra bu konu ile ilgili tweet atıyoruz, her seferine top tweet oluyoruz. Oluşturduğumuz Hak ve Adalet Platformu bu konu ile ilgili iki araştırma yaptı, onu yayınladık.
Hem KHK ile atılmak, yeniden KHK ile işine dönmek ve itiraz komisyonu kararı şeffaf değil, aynı durumda olan her kişiye aynı muamele yapılmıyor. Çeşitli yakınlıklar nedeniyle aynı durumda olan kişiler için son derece farklı sonuçların olduğu, Şamil Tayyar’ın Antep’te “FETÖ borsası kuruldu” ifadesi ile gayet veciz anlattığı bir durum söz konusu. Normal hukuk düzenine geçildiğinde elbette görevlerimize iade olacağız. Durumumuz 12 Eylül darbesinden sonraki 1402’liklere çok benziyor, biliyorsunuz Danıştay’ın kararı ile 1402’likler görevlerine dönmüştür haklarıyla birlikte. Acı olan şu ki, bu kadar açık hukuksuzlukların 2010 Türkiye’sinde bunların vuku buluyor olmasıdır.”
İLAHİ MESAJDAKİ HZ. YUSUF KISSASINA BENZER ŞEKİLDE ERKEĞİN İFFETİNİN YÜCELTİLDİĞİ ZEMBİLFROŞ DESTANI BANA ŞAŞIRTICI GELDİ, ÇOK HOŞLANDIĞIMI SÖYLEYEBİLİRİM.
“Evet Muş Alparslan Üniversitesinde görev yaparken iki çok çok harika Kürt kadın ev arkadaşım oldu, tabii her kesimdeki Kürt kadınını temsil ediyor anlamına gelmez ama çok temiz, düzenli harika yol arkadaşlarım oldular. Kürt kadınlarını geri kalan Türk kadınlardan çok farklı olduğunu gözlemlemedim, zaten özcü yaklaşımla bu tür kimliklerin otomatik çok fark yaratacağını düşünmüyorum. Yalnız kadın-erkek mevzuu ile ilgili benim için en ilginç husus bir erkeğin iffetini korumaya çalışan Zembilfroş destanı ile tanışmak oldu. İlahi mesajdaki Hz. Yusuf kıssasına benzer şekilde erkeğin iffetinin yüceltildiği bu destan bana şaşırtıcı geldi, çok hoşlandığımı söyleyebilirim.”
AK PARTİ’YE DESTEĞİN AZALDIĞI DÜŞÜNCESİNDEYİM. EKONOMİK KRİZ SÖYLENEGELDİĞİ GİBİ DIŞ VE İÇ MİHRAKLARIN BİR OYUNU DEĞİLDİR
“AK Parti’ye desteğin azaldığı düşüncesindeyim. Ekonomik kriz söylenegeldiği gibi dış ve iç mihrakların bir oyunu değildir, kötü ekonomik yönetimin yanı sıra darbe teşebbüsünden sonraki üç aydan sonra bu dönemin devam edeceği, yani hukuki teminatının olmayacağı hissedilince dolar artmaya başladı, çok çekinden olan sermaye yurt dışına çıkmaya başladı ve genç, eğitimli, nüfus artık Türkiye’yi terk etmeye başladı.
Neticede ekonomik kriz göstere göstere geldi, nitekim AK Parti bunu gördüğü içindir ki, erken seçimlere karşı olduğunu ifade etmesine rağmen 2019 Kasım ayında yapılacak genel seçimleri bir buçuk sene öncesine aldı ve krizin hissedilmesinden önce ancak ittifak kurarak iktidarını devam ettirebildi. AK Parti seçmeninin hoşnut olmadığı ama güven veren bir alternatifin de gözükmediği için desteklemeye devam ettiği zaten senelerdir görülüyor, bu yerel seçimlerde hem ekonomik krizin etkisi hem de daha yerel düzeyde farklı dinamikler devreye girebileceği için desteğin azaldığını daha rahat görebiliriz.”
Fatma Bostan Ünsal kimdir?
1965 yılında Balıkesir’in Manyas ilçesinde doğdu. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu. Boğaziçi Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptı. Georgetown Üniversitesi İslam Hıristiyan Araştırmaları Merkezi’nde misafir araştırmacı olarak çalıştı. Ak Parti kurucu üyesi. Mazlumder Başkanı Ahmet Faruk Ünsal’la evli ve iki çocuk annesi.